
S.O.S. | a tube town for emergency calls in Manhattan
Graduation Project
Graduation Project
Location : New York / U.S.A.
Prize : Finalist of Archiprix Turkey 2016
Architectural Design : Atıl Aggündüz
Instructors : Ayşe Şentürer, Pelin Durmuş, Hakan Tüzün Şengün
Instructors : Arzu Erdem
Prize : Finalist of Archiprix Turkey 2016
Architectural Design : Atıl Aggündüz
Instructors : Ayşe Şentürer, Pelin Durmuş, Hakan Tüzün Şengün
Instructors : Arzu Erdem
Project Description [TR]
Şehirler içinde bulundukları saf doğanın içinden yetişirler. Doğaya uyumlu olarak büyümek ise şehirlerin sağlıklı gelişebilmesi için en temel koşullardandır, çünkü doğaya saygı duyarak bastığın yeri sağlamlaştırmak anlamına gelir. Ancak içinde bulunduğumuz yüksek teknoloji devrinde doğanın dahi yeniden üretilmesi, saf ve orjinal olan doğanın tahrip edilmesine göz yummayı getirir. Abha Dawesar'ın "Life in Digital Now" adlı TED konuşmasında bahsettiği gibi; bilgisayarlar saniyenin milyonda birini üretebilir iken, insanoğlu yalnızca doğanın ritim ve akışına, güneşe, aya, mevsimlere uyum sağlayabilir. 1 saniyeden daha hızlı bir zaman diliminde yaşayamayacağımız gibi, mevsimlerin varlığını reddedemez, ve yüksek teknolojinin saniyenin milyonda birini üretebilmesinin içsel deneyimini yaşayamayız. Bunun tam tersi yönde, güneş kemiklerimizi ısıttığında yaşadığımız içsel deneyim, hiçbir matematiksel kodla ve planlama ilkesiyle açıklanamayacak kadar bireysel ve özgür bir deneyimdir. Kentler, bu özgür deneyimleri koruyarak büyümediği müddetçe elbet her kent bir gün "çöküntü" olma durumu ile karşı karşıya kalacaktır.
Tüm kentler içinde bulundukları doğa ile tanımlanamayan bir rekabet içerisindedir. Öyle ki şehirler, tüm felaket ve kıyamet konulu filmlerde dev dalgalara ve hortumlara yutturulur. Çünkü doğanın gücünü anlayabileceğiniz nadir anlar, felaket anlarıdır. Elektriksiz, susuz, besinsiz kaldığınızda milyondolarlık gökdelenlerin veya grid sistemli kent planınızın hiçbir önemi kalmaz.
Dünyanın kentsel politikalarına yön veren, içinde bulunduğu saf doğayı reddedip kurmaca bir doğa içerisinde yeni doğal alanlar yaratmaya çalışan, üzerine binlerce kez düşünülmüş ve geleceğe yönelik binlerce proje üretilmiş olan dünyanın en güçlü kenti New York, 1950 yılında 10 milyon nüfusuyla dünyanın ilk mega kenti oldu. Tarih boyunca dünyanın izlediği bir öncü kent oldu ve 2000'li yıllardan itibaren "next generation" kodlu projeler üretmekte yüksek teknolojinin getirilerini sıkça kullanmaya başladı. New York şehri önderliğinde, bu yüksek teknoloji sayesinde geçmişten günümüze değişen en büyük şey "az malzeme ile çok üretim" yapmak olmuştur. Bu nedenle NYC için gelişme/büyüme durdurulamaz hale gelmiştir. Haliyle, varoluş sebebi ve biçimi kapitalizmin işleyişi ile birebir örtüşen New York şehri, tüm dünyanın öncü kenti olarak geleceğe doğru ilerlemektedir. Gücü elinde tutmanın en önemli yöntemlerinden biri ise kontrollü bir kent planı ve stratejisine sahip olmaktır. New York şehri, tüm kamusal alanların homojenize edilmesi ve matematiksel bir düzene oturtulması ile yüksek derecede kontrol edilebilen bir düzen içerisinde hayatına devam eder. Kontrol edilemediği için iktidar kaybı yaşatacak olan ve reddedilen saf doğanın yerine ise rekreasyon ihtiyacı kurma bir doğa ile Central Park'ta kendini bulur. Central Park, kontrol delisi Amerika'nın doğayı dahi istediği gibi sunmasının en büyük örneğidir. Doğanın içsel deneyimini yaşama şeklinin dahi yönlendirildiği bir rekreasyon alanı olan Central Park, Koolhas'ın belirttiği gibi dev bir halıya benzer. Her metrekaresi planlanmış ve matematiksel olarak formülize edilmiş bir yapının birebir temsilidir.
Şehirler içinde bulundukları saf doğanın içinden yetişirler. Doğaya uyumlu olarak büyümek ise şehirlerin sağlıklı gelişebilmesi için en temel koşullardandır, çünkü doğaya saygı duyarak bastığın yeri sağlamlaştırmak anlamına gelir. Ancak içinde bulunduğumuz yüksek teknoloji devrinde doğanın dahi yeniden üretilmesi, saf ve orjinal olan doğanın tahrip edilmesine göz yummayı getirir. Abha Dawesar'ın "Life in Digital Now" adlı TED konuşmasında bahsettiği gibi; bilgisayarlar saniyenin milyonda birini üretebilir iken, insanoğlu yalnızca doğanın ritim ve akışına, güneşe, aya, mevsimlere uyum sağlayabilir. 1 saniyeden daha hızlı bir zaman diliminde yaşayamayacağımız gibi, mevsimlerin varlığını reddedemez, ve yüksek teknolojinin saniyenin milyonda birini üretebilmesinin içsel deneyimini yaşayamayız. Bunun tam tersi yönde, güneş kemiklerimizi ısıttığında yaşadığımız içsel deneyim, hiçbir matematiksel kodla ve planlama ilkesiyle açıklanamayacak kadar bireysel ve özgür bir deneyimdir. Kentler, bu özgür deneyimleri koruyarak büyümediği müddetçe elbet her kent bir gün "çöküntü" olma durumu ile karşı karşıya kalacaktır.
Tüm kentler içinde bulundukları doğa ile tanımlanamayan bir rekabet içerisindedir. Öyle ki şehirler, tüm felaket ve kıyamet konulu filmlerde dev dalgalara ve hortumlara yutturulur. Çünkü doğanın gücünü anlayabileceğiniz nadir anlar, felaket anlarıdır. Elektriksiz, susuz, besinsiz kaldığınızda milyondolarlık gökdelenlerin veya grid sistemli kent planınızın hiçbir önemi kalmaz.
Dünyanın kentsel politikalarına yön veren, içinde bulunduğu saf doğayı reddedip kurmaca bir doğa içerisinde yeni doğal alanlar yaratmaya çalışan, üzerine binlerce kez düşünülmüş ve geleceğe yönelik binlerce proje üretilmiş olan dünyanın en güçlü kenti New York, 1950 yılında 10 milyon nüfusuyla dünyanın ilk mega kenti oldu. Tarih boyunca dünyanın izlediği bir öncü kent oldu ve 2000'li yıllardan itibaren "next generation" kodlu projeler üretmekte yüksek teknolojinin getirilerini sıkça kullanmaya başladı. New York şehri önderliğinde, bu yüksek teknoloji sayesinde geçmişten günümüze değişen en büyük şey "az malzeme ile çok üretim" yapmak olmuştur. Bu nedenle NYC için gelişme/büyüme durdurulamaz hale gelmiştir. Haliyle, varoluş sebebi ve biçimi kapitalizmin işleyişi ile birebir örtüşen New York şehri, tüm dünyanın öncü kenti olarak geleceğe doğru ilerlemektedir. Gücü elinde tutmanın en önemli yöntemlerinden biri ise kontrollü bir kent planı ve stratejisine sahip olmaktır. New York şehri, tüm kamusal alanların homojenize edilmesi ve matematiksel bir düzene oturtulması ile yüksek derecede kontrol edilebilen bir düzen içerisinde hayatına devam eder. Kontrol edilemediği için iktidar kaybı yaşatacak olan ve reddedilen saf doğanın yerine ise rekreasyon ihtiyacı kurma bir doğa ile Central Park'ta kendini bulur. Central Park, kontrol delisi Amerika'nın doğayı dahi istediği gibi sunmasının en büyük örneğidir. Doğanın içsel deneyimini yaşama şeklinin dahi yönlendirildiği bir rekreasyon alanı olan Central Park, Koolhas'ın belirttiği gibi dev bir halıya benzer. Her metrekaresi planlanmış ve matematiksel olarak formülize edilmiş bir yapının birebir temsilidir.
Bu kontrol, kendini yenilenen şehir planında da gösterir. 2012 yılında New York Metropolitan Planlama tarafından yenilenen kent planı, tüm şehri "metro duraklarına maksimum 10 dakika uzaklıkta noktalar bütünü" olarak tanımlar. Ancak bu sistem insani bir kimlikle değil, otoriter bir planlama tekniği ile yukarıdan bir gözle yapılmıştır. Bu nedenle yenilenen kent planının kullanıcı tarafından deneyimlenmesi durumunda tasarımcı/mimar kimliği değil, insani kimlik devreye girer. İnsani deneyim, bir matematiksel formülün kaç kişi tarafından ezberlendiğini değil, formülün gerçek hayatta kendine nasıl yer bulduğunu sorgular. Daha önce teknolojinin girmediği ve hayat koşullarının iyileşmediği bir yerde yüksek teknoloji insan hayatını olumlu yönde etkilerken; daha önce binlerce kez üzerine düşünülmüş ve mevcut teknolojiinin daha ilerisini zorlayan (ve zorlamak zorunda olan) bir şehir için "next generation" projeler üretmek, şehri günümüzün varlığını unutup gelecekte yaşamaya doğru sürükler. Bugünü unutan NYC, yüzünü geleceğe dönerek mevcut kentsel yapısını ve politikalarını sorgulamamakta, bunları yüzeysel bir bakış açısı ile kabul edip üstüne yeni bir tuğla koymaktadır.

Geçicilik ve NYC
Hızlı üretim hızlı tüketim getirir; bu yüzden gerek kullanıcı, gerekse mimari ve kentsel mekan bakımından New York'u en net özetleyen kavram, "geçicilik" kavramı olur. Bitmeyen inşaatlar, sürekli yükselen yapılar, üretilen "next generation" projeler ve az malzeme ile hızlı üretim motto'su, New York'ta hem bellekte, hem de fiziki yapıda baskın bir "geçicilik" kavramını oluşturur. Bu kavram, sanıldığının aksine yüksek teknoloji ile bugüne tutunmaz. New York tarihinin büyük bir kısmını "göç" kavramı oluşturur. Hatta New York'ta gerçek New York'luların azınlıkta ve yabancıların çoğunlukta oluşu, bu kent için söylenen en popüler sözlerden biridir. Geçicilik kavramı öyle baskındır ki, tüm kentsel ve mimari politikalar kendini "geleceğe dönük" olmaya zorlar. Bugünkü kullanıcının kent mekanları ile ilgili problemleri, ihtiyaçları ve mekan kullanımları değil, "istenen kullanıcı"nın gereksinimleri üzerine üretim yapılır. Ayrıca geçicilik kavramının en temel sonuçlarından biri olarak New York'taki tüm mevcut açık alanlar, değerlendirmeye çalışılma ve kapitalizm tarafından "işgal edilme" tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu etki, New York öncülüğünde tüm dünya şehirlerinde "mükemmel açık alanlar için verilen savaşlar" ve "occupy hareketleri" olarak kendini gösterir. Kapitalizm getirisindeki bu açık alan kullanımları da geleceğe yönelik yeni sistemler üretme 'gerekçesi' ile işgali kabul eder, veya otoriteler tarafından kabul ettirilir. Ancak mevcut sistem sindirilmeden üstüne yepyeni bir sistem eklemeye çalışmak, kent sistemini komple çökertmek için en uygun yoldur. Kullanıcı ile bugünün bilgisi üzerinden bağlantı kuramayan şehir "çöküntü" olma yoluna girer. NYC olmaya çalışan tüm dünya şehirleri için ise, öncelikle NYC'nin bugününe ve dünya kentlerini getirdiği noktaya dair birkaç söz söylemek gerekir.
Hızlı üretim hızlı tüketim getirir; bu yüzden gerek kullanıcı, gerekse mimari ve kentsel mekan bakımından New York'u en net özetleyen kavram, "geçicilik" kavramı olur. Bitmeyen inşaatlar, sürekli yükselen yapılar, üretilen "next generation" projeler ve az malzeme ile hızlı üretim motto'su, New York'ta hem bellekte, hem de fiziki yapıda baskın bir "geçicilik" kavramını oluşturur. Bu kavram, sanıldığının aksine yüksek teknoloji ile bugüne tutunmaz. New York tarihinin büyük bir kısmını "göç" kavramı oluşturur. Hatta New York'ta gerçek New York'luların azınlıkta ve yabancıların çoğunlukta oluşu, bu kent için söylenen en popüler sözlerden biridir. Geçicilik kavramı öyle baskındır ki, tüm kentsel ve mimari politikalar kendini "geleceğe dönük" olmaya zorlar. Bugünkü kullanıcının kent mekanları ile ilgili problemleri, ihtiyaçları ve mekan kullanımları değil, "istenen kullanıcı"nın gereksinimleri üzerine üretim yapılır. Ayrıca geçicilik kavramının en temel sonuçlarından biri olarak New York'taki tüm mevcut açık alanlar, değerlendirmeye çalışılma ve kapitalizm tarafından "işgal edilme" tehlikesi ile karşı karşıyadır. Bu etki, New York öncülüğünde tüm dünya şehirlerinde "mükemmel açık alanlar için verilen savaşlar" ve "occupy hareketleri" olarak kendini gösterir. Kapitalizm getirisindeki bu açık alan kullanımları da geleceğe yönelik yeni sistemler üretme 'gerekçesi' ile işgali kabul eder, veya otoriteler tarafından kabul ettirilir. Ancak mevcut sistem sindirilmeden üstüne yepyeni bir sistem eklemeye çalışmak, kent sistemini komple çökertmek için en uygun yoldur. Kullanıcı ile bugünün bilgisi üzerinden bağlantı kuramayan şehir "çöküntü" olma yoluna girer. NYC olmaya çalışan tüm dünya şehirleri için ise, öncelikle NYC'nin bugününe ve dünya kentlerini getirdiği noktaya dair birkaç söz söylemek gerekir.


"Bugün" ve NYC
"Geleceğin şehri" olmaya çalışmaya ara verip, bugünün NY şehri ve etkilediği tüm dünya şehirleri adına yepyeni bir düşünce kanalı açmak gerekir. Amanda Burden'ın "How public spaces make cities work" adlı TED konuşmasında belirttiği gibi; Çevre düzenlemesi tüm dünyada (NYC öncülüğünde) sistematik olarak ayağımızdaki toprak, bitki ve hayvanlar ile olan ilişkimizi unutturacak kadar düzleştirildi ve homojenize edildi. Bu ilişkiyi göz ardı edip planlanan tüm şehirler, zamanla doğanın şiddetine maruz kalmıştır. NY'un kıyı kesimlerindeki su baskınları ve High Line'ın kendiliğinden bir wildpark'a dönmesi bunlara en büyük örnektir. Bu tahribatı yok saymayan NYC planlama teşkilatı, 2002'den 2014'e kadar NYC'deki 124 mahalleyi, şehrin %40'ını ve 12500 bloğu yenilemiştir. Bu sayede tahmin edilebilir bir gelişme yaşamak ve şehrin %90'ını metro hattına yaklaştırmak gibi ileri seviye dünya şehri statüsünü koruyacak adımlar atmış; hatta High Line'ı bir parka çevirerek tüm dünyaya kendilerini bir kez daha kanıtlamışlardır.
Ancak High Line'ı parka çeviren ne tasarımcılar, ne de kentsel politikalardır. High Line, zaman içerisinde müdahaleye uğramadan, kendi işlevini kendi kendine seçmiştir. Şehrin göbeğindeki en mükemmel açık alan olan High Line için savaş sayılabilecek mücadeleler söz konusu olmuştur. Bu savaşlardaki tek amaç, işlevini kendisi seçerek bir wildpark olan High Line'ı kontrol edilebilecek ve kar sağlayabilecek bir yapma doğaya çevirmektir. Açık alanlar için binlerce savaşın döndüğü; içinde bulunduğu saf doğayı reddedip yer üstüne, yer altına, bina çatılarına, tren raylarına yapma doğalar üretip yüksek teknoloji ile her anlamda "next generation" olmaya çalışan NYC için yapılması gereken şey, şehri "zamanın bilgisi" üzerinden yeniden yazmaktır.
NYC'e dair zamanın bilgisi nedir?
Peki "bugün" nasıl üretilir? Geçmişi veya geleceği değil, bugün denen "an"ı üretmek mümkün müdür?
NYC için zamanın bilgisi, gerek kentsel mekanda, gerek üstyapıda, gerekse kullanıcıda ortak alan 1geçicilik" kavramı üzerinden üretilebilir. "Bugün" de kaydedilemez, ani ve geçicidir. Kent, "geçicilik" kavramı üzerinden yeniden yazılırsa, bugünün bilgisine hem kentsel mekan üzerinden (New York'luların kent mekanlarını oluşturuş ve kullanış biçimlerinden), hem de kullanıcının duygu durumları üzerinden ulaşılabilir.
Bugün'ü üretme yöntemlerinden biri, kente dair sayısız durumu çarpıştırarak sonsuz olasılıklar bütünü oluşturmaktır. Şehri çözümlenmiş mekanik kurguları ile analiz etmek değil, tüm değişkenleri ve tüm durumları ile zamanın bilgisi üzerinden yeniden üreterek "an"a dair bilgi edilebilir. Bu nedenle "bugün" dediğimiz kaydedilemeyen, anlık durumlar; üstyapı [1] denen toplumsal, kentsel, kültürel, ekonomik, dini vs. mekansal olmayan tüm girdilerin, üstyapının şekillendirdiği kentsel mekan ve mimari mekanların [2], ve bu mekanları deneyimleyen kullanıcıların [3] çarpıştırılması sonucu ortaya çıkan "affekt" durumları üzerinden tanımlanabilir. "Bugün"ü tüm yönleriyle geçici kullanıcı bireyin affekt durumları üzerinden okumak, üstyapının etkilediği tüm kentsel ve mimari mekanların kullanıcı ile ilişkisini, mekanların fiziksel değil algısal boyutunu tanımlayarak oluşturmanın karşılığıdır. Çünkü Husserl'in tanımladığı gibi, nesnenin bilgisine ancak özneden ulaşılabilir. Affekt, bir duygunun ya da hissin deneyimi; insanların yaşadıkları sosyal-fiziksel çevreye ilişkin genel duygusal tepkilerinin bir bütün olarak temsil edilişidir. Somut, sayılabilir ya da görünür bir şey olmaktan ziyade, kaydedilemeyen bir sürekli dolaşım halidir. Dinamik bir yapıya sahiptir, bu nedenle değişen dönüşen "bugün"ün zamanına uyum sağlayabilir. Bugün'ün ve affekt'in anlık ve kaydedilemez olma durumu ise NYC özelinde "geçicilik" kavramını kalıcı kılar. Özetle, bugün - affekt - geçicilik kavramları birbirlerine sıkıca bağlıdır ve birbirlerinden ayrı düşünülemez.
Bugün'ün affekt durumları üzerinden yeniden üretilmesi, bu affekt durumlarını tetikleyici kentsel ve mimari tüm durumların "uç noktalarının" üretimi ile mümkün kılınabilir. Geçici olma durumunu, kullanıcının duygu durumları (affekt) üzerinden tanımlanır. Böylece, kaydedilemez ve anlık olur. Şehrin yeniden yazılması ve ilişkilerin yeniden kurulması [rewrite] sırasında mevcut durumun uçları/sınırları zorlaması, kent elemanlarının kontrastını güçlendireceği için bugün'ün en net izlenebilen halini oluşturur. Kentin bugünkü karakterinin uç noktalarının tanımlanması ise bugünün mevcut yapısını anlamanın bir başka yoludur. Yeniden yazma işlemi sırasında hem kentin bugün'ü ve mekan kullanımları, hem de kullanıcıların affekt durumları üzerinden bugün'ün anlık üretimi sağlanır.
Affekt'in uç noktaları nelerdir?
Affekt'in kentsel ve mimari mekanlar ile birebir bağlantılı olan uç durumları agorafobi, kaygı ve yabancılaşma, korku ve güvensizlik, yorgunluk, ilgisizlik ve hiperdikkat, klostrofobi ve anksiyete gibi algısal uç noktalardır. Bu affektler, tüm fiziksel koşullar ve üstyapının geri bildirimi olarak, kendini mekansal olarak;
*Aşırı büyük boşluklar
*Anıtsal Mimari
*Devasa Yapılar
*Landmark eksikliği
*Zamansal ve mekansal boşluklar
*Tekrar
*İktidar, kontrol ve gözetleme
*Büyüklüğü tahmin edilemeyen kalabalık
*Modernizmin üretimi
*Atriumlu binalar
*Toplu konut projeleri
*parçalanma
*deneysel form
*Şeffaflık, kişisel alan ve mahremiyet eksikliği
*içe kapalı konut yerleşimleri
*Çok merkezlilik
*Jenerik kent olma - nonplace
*Fetiş binalar
gibi durumlar üzerinden tanımlanabilir. Bu mekansal durumların uç noktalarında üretimi ise, üretilecek olan mekanın bugün'e affekt durumları üzerinden tutunmasını, bu nedenle kullanıcının "geçicilik" hissinin daimi, uzun süreli ve kuvvetli olmasını sağlar.
New York'un ana karakterinde ise geçicilik ve değişim hızının maksimuma ulaşma durumu vardır. Hem mekansal, hem kullanıcı açısında geçici olma durumu, "göç" durumu ile birebir örtüşür. Yukarda bahsedilen uç affekt durumlarını (agorafobi, kaygı ve yabancılaşma, korku ve güvensizlik, yorgunluk, ilgisizlik ve hiperdikkat, klostrofobi ve anksiyete) en kuvvetli yaşayan kullanıcı; içine girdiği yeni mekanda geçici olarak var olan, kendi güvenlik bölgesinden çıkmış (veya çıkmak zorunda kalmış) "mecbur" kullanıcıdır. Bu kullanıcı tipinde "sahiplenme" hissi affekt durumlarının kuvveti ile minimumda kalacağından, mekanın geçicilik altyapısı güçlenir.
Kullanıcının yeni bir yapıya geçmek "zorunda" kalma hali ise, felaket anlarının sonrasında kendi güvenli alanından çıkarak geçici olarak göç etmek zorunda kalan kullanıcıya birebir işaret eder. Bu nedenle, kentin bir düzlem olarak değil, hacimsel bir ifadeyle yeniden yazılması ve geçici kullanıcıya geçici bir süre için kabuk oluşturması durumu, affektif durumların mekansal karşılıkları referans alınarak tasarlanan bir "ACİL DURUM ŞEHRİ"nin, bugün'ün doğa-politika-teknoloji çatışmasının temsili ve kentsel mekanın ve kullanıcının "geçicilik" kavramı üzerinde ortaklaşması ile tanımlanabilir.
Kullanıcının belirli bir süre için konaklama hali, New York'a dair bir karşılaşma durumu olması, yapının kendi verisini üretmesi ve NYC tarihine dair sürekli bir bellek oluşturması, kullanıcıların bıraktığı izlerle sosyal alanlarda var olma durumu ve rastgelelikten kaynaklanan yeni kesişimlerin ve deneyimlerin oluşması, bugünün üretilmesiyle monumental bir yapı olma durumunu destekler.
Kentin bir düzlem olarak değil, hacimsel bir ifadeyle yeniden yazılması 4 ana durum üzerinden gerçekleşir. Bunlar; tüm yapı boyunca aynı planlı birimlerin çoğalması ile oluşan konut tüpleri [1], sokak denen düşey sirkülasyon ve içine dağılmış sosyal alanlar [2], tüm rotanın sonundaki yapay rekreasyon alanı [3] ve acil durum hallerinde kontrollü bir giriş sağlayacak olan yumuşatılmış zemin (su) [4] ile tanımlanır.
Yapının sokak ile bağlantısı kontrollüdür, bu nedenle geçici bir süre için bu şehre gelen kullanıcı, bu süre boyunca yapı içerisinden ancak özel izinle ayrılabilir. Kontrollü girişi güçlendirmek ve NYC'nin bugünkü planlama politikasına referans vermek (rutin hale gelen su basmalarının sebebi olarak dolgu alan çokluğu) için tüm zemin su ile doludur.
Yapı, betonarme strüktür içerisinde 75 kat boyunca devam eden 6000 adet konaklama tüpleri, acil çıkışlar, servis asansörleri, ortak tuvalet/duşlar ve betonarme strüktürün servis çekirdeklerini en üstünde bulunan 2 adet helikopter pistine sahiptir. Ayrıca High Line'ın patlaması ile bir düşey sokağa dönen çelik strüktür içerisinde de sokak sayılan rampalar ve çamaşırhaneler, açık mutfaklar, mini sağlık birimleri, lobiler, info merkezleri ve telefon/bankamatik kulübeleri bulunur.
Düşey sokak yapısı, parazit bir şekilde yer yer konaklama yapılarına dokunur ve buralardan bağlanır. Tüm düşey sokak yapısının sonunda ise kullanıcıların bu geçici süre içinde rekreasyon ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir park bulunur. Böylece tüm şehir, yepyeni kapalı bir kent prototipi oluşturur.
Konut tüpleri [>]
Tüm yapıya dağılan 6000 adet konaklama tüpü, 6000+ kullanıcıya geçici bir süre için konaklama alanı sağlayacak kanallardır. Tüpler bir ekipman olarak tasarlanır, her kullanıcıya kontrollü girişten geçtikten sonra 1 adet kent planı, anahtar ve ihtiyaç kartı verilir. Tüpler, içerisinde 4 adet yardım kutusu (Ortalama 1 aylık gıda ve tüm diğer ihtiyaçlar) ile birlikte teslim edilir. İhtiyaç kartı ile de her kattaki depolardan yastık, yorgan ve ahşap paletler alınabilir. Tüpler, tüm dünya insanlarını potansiyel kullanıcı olarak belirlediği için, kullanıcıların bu tüplere istediği gibi yerleşmesi planlanır. Bu nedenle yapı içerisinde yüzlerce farklı tüp kullanım durumu oluşur.
High Line'ın patlaması ile birlikte yükselen çelik strüktür sokak yapısı ve en yüksekteki park yapısı, zeminde bir üst geçit ile Hudson Nehri'ne bağlanır. Böylece, NYC dışından gelen kullanıcılar da deniz yoluyla yapıya kontrollü giriş yapabilirler. Bu üst geçit, aynı zamanda servis ihtiyacının da zeminle bağlantıya geçmek zorunda kalmadan nehir yoluyla yapılabilmesini sağlar.
Su dolu olan zemin ise, yapının kontrollü giriş durumunu kuvvetlendirir. Ancak servis ve acil kaçış durumları için tasarlanan zemindeki tekneler, acil durum strüktürlerinin su yüzeyine inmesi ile sert zemine dolaylı olarak bağlanır.
"Geleceğin şehri" olmaya çalışmaya ara verip, bugünün NY şehri ve etkilediği tüm dünya şehirleri adına yepyeni bir düşünce kanalı açmak gerekir. Amanda Burden'ın "How public spaces make cities work" adlı TED konuşmasında belirttiği gibi; Çevre düzenlemesi tüm dünyada (NYC öncülüğünde) sistematik olarak ayağımızdaki toprak, bitki ve hayvanlar ile olan ilişkimizi unutturacak kadar düzleştirildi ve homojenize edildi. Bu ilişkiyi göz ardı edip planlanan tüm şehirler, zamanla doğanın şiddetine maruz kalmıştır. NY'un kıyı kesimlerindeki su baskınları ve High Line'ın kendiliğinden bir wildpark'a dönmesi bunlara en büyük örnektir. Bu tahribatı yok saymayan NYC planlama teşkilatı, 2002'den 2014'e kadar NYC'deki 124 mahalleyi, şehrin %40'ını ve 12500 bloğu yenilemiştir. Bu sayede tahmin edilebilir bir gelişme yaşamak ve şehrin %90'ını metro hattına yaklaştırmak gibi ileri seviye dünya şehri statüsünü koruyacak adımlar atmış; hatta High Line'ı bir parka çevirerek tüm dünyaya kendilerini bir kez daha kanıtlamışlardır.
Ancak High Line'ı parka çeviren ne tasarımcılar, ne de kentsel politikalardır. High Line, zaman içerisinde müdahaleye uğramadan, kendi işlevini kendi kendine seçmiştir. Şehrin göbeğindeki en mükemmel açık alan olan High Line için savaş sayılabilecek mücadeleler söz konusu olmuştur. Bu savaşlardaki tek amaç, işlevini kendisi seçerek bir wildpark olan High Line'ı kontrol edilebilecek ve kar sağlayabilecek bir yapma doğaya çevirmektir. Açık alanlar için binlerce savaşın döndüğü; içinde bulunduğu saf doğayı reddedip yer üstüne, yer altına, bina çatılarına, tren raylarına yapma doğalar üretip yüksek teknoloji ile her anlamda "next generation" olmaya çalışan NYC için yapılması gereken şey, şehri "zamanın bilgisi" üzerinden yeniden yazmaktır.
NYC'e dair zamanın bilgisi nedir?
Peki "bugün" nasıl üretilir? Geçmişi veya geleceği değil, bugün denen "an"ı üretmek mümkün müdür?
NYC için zamanın bilgisi, gerek kentsel mekanda, gerek üstyapıda, gerekse kullanıcıda ortak alan 1geçicilik" kavramı üzerinden üretilebilir. "Bugün" de kaydedilemez, ani ve geçicidir. Kent, "geçicilik" kavramı üzerinden yeniden yazılırsa, bugünün bilgisine hem kentsel mekan üzerinden (New York'luların kent mekanlarını oluşturuş ve kullanış biçimlerinden), hem de kullanıcının duygu durumları üzerinden ulaşılabilir.
Bugün'ü üretme yöntemlerinden biri, kente dair sayısız durumu çarpıştırarak sonsuz olasılıklar bütünü oluşturmaktır. Şehri çözümlenmiş mekanik kurguları ile analiz etmek değil, tüm değişkenleri ve tüm durumları ile zamanın bilgisi üzerinden yeniden üreterek "an"a dair bilgi edilebilir. Bu nedenle "bugün" dediğimiz kaydedilemeyen, anlık durumlar; üstyapı [1] denen toplumsal, kentsel, kültürel, ekonomik, dini vs. mekansal olmayan tüm girdilerin, üstyapının şekillendirdiği kentsel mekan ve mimari mekanların [2], ve bu mekanları deneyimleyen kullanıcıların [3] çarpıştırılması sonucu ortaya çıkan "affekt" durumları üzerinden tanımlanabilir. "Bugün"ü tüm yönleriyle geçici kullanıcı bireyin affekt durumları üzerinden okumak, üstyapının etkilediği tüm kentsel ve mimari mekanların kullanıcı ile ilişkisini, mekanların fiziksel değil algısal boyutunu tanımlayarak oluşturmanın karşılığıdır. Çünkü Husserl'in tanımladığı gibi, nesnenin bilgisine ancak özneden ulaşılabilir. Affekt, bir duygunun ya da hissin deneyimi; insanların yaşadıkları sosyal-fiziksel çevreye ilişkin genel duygusal tepkilerinin bir bütün olarak temsil edilişidir. Somut, sayılabilir ya da görünür bir şey olmaktan ziyade, kaydedilemeyen bir sürekli dolaşım halidir. Dinamik bir yapıya sahiptir, bu nedenle değişen dönüşen "bugün"ün zamanına uyum sağlayabilir. Bugün'ün ve affekt'in anlık ve kaydedilemez olma durumu ise NYC özelinde "geçicilik" kavramını kalıcı kılar. Özetle, bugün - affekt - geçicilik kavramları birbirlerine sıkıca bağlıdır ve birbirlerinden ayrı düşünülemez.
Bugün'ün affekt durumları üzerinden yeniden üretilmesi, bu affekt durumlarını tetikleyici kentsel ve mimari tüm durumların "uç noktalarının" üretimi ile mümkün kılınabilir. Geçici olma durumunu, kullanıcının duygu durumları (affekt) üzerinden tanımlanır. Böylece, kaydedilemez ve anlık olur. Şehrin yeniden yazılması ve ilişkilerin yeniden kurulması [rewrite] sırasında mevcut durumun uçları/sınırları zorlaması, kent elemanlarının kontrastını güçlendireceği için bugün'ün en net izlenebilen halini oluşturur. Kentin bugünkü karakterinin uç noktalarının tanımlanması ise bugünün mevcut yapısını anlamanın bir başka yoludur. Yeniden yazma işlemi sırasında hem kentin bugün'ü ve mekan kullanımları, hem de kullanıcıların affekt durumları üzerinden bugün'ün anlık üretimi sağlanır.
Affekt'in uç noktaları nelerdir?
Affekt'in kentsel ve mimari mekanlar ile birebir bağlantılı olan uç durumları agorafobi, kaygı ve yabancılaşma, korku ve güvensizlik, yorgunluk, ilgisizlik ve hiperdikkat, klostrofobi ve anksiyete gibi algısal uç noktalardır. Bu affektler, tüm fiziksel koşullar ve üstyapının geri bildirimi olarak, kendini mekansal olarak;
*Aşırı büyük boşluklar
*Anıtsal Mimari
*Devasa Yapılar
*Landmark eksikliği
*Zamansal ve mekansal boşluklar
*Tekrar
*İktidar, kontrol ve gözetleme
*Büyüklüğü tahmin edilemeyen kalabalık
*Modernizmin üretimi
*Atriumlu binalar
*Toplu konut projeleri
*parçalanma
*deneysel form
*Şeffaflık, kişisel alan ve mahremiyet eksikliği
*içe kapalı konut yerleşimleri
*Çok merkezlilik
*Jenerik kent olma - nonplace
*Fetiş binalar
gibi durumlar üzerinden tanımlanabilir. Bu mekansal durumların uç noktalarında üretimi ise, üretilecek olan mekanın bugün'e affekt durumları üzerinden tutunmasını, bu nedenle kullanıcının "geçicilik" hissinin daimi, uzun süreli ve kuvvetli olmasını sağlar.
New York'un ana karakterinde ise geçicilik ve değişim hızının maksimuma ulaşma durumu vardır. Hem mekansal, hem kullanıcı açısında geçici olma durumu, "göç" durumu ile birebir örtüşür. Yukarda bahsedilen uç affekt durumlarını (agorafobi, kaygı ve yabancılaşma, korku ve güvensizlik, yorgunluk, ilgisizlik ve hiperdikkat, klostrofobi ve anksiyete) en kuvvetli yaşayan kullanıcı; içine girdiği yeni mekanda geçici olarak var olan, kendi güvenlik bölgesinden çıkmış (veya çıkmak zorunda kalmış) "mecbur" kullanıcıdır. Bu kullanıcı tipinde "sahiplenme" hissi affekt durumlarının kuvveti ile minimumda kalacağından, mekanın geçicilik altyapısı güçlenir.
Kullanıcının yeni bir yapıya geçmek "zorunda" kalma hali ise, felaket anlarının sonrasında kendi güvenli alanından çıkarak geçici olarak göç etmek zorunda kalan kullanıcıya birebir işaret eder. Bu nedenle, kentin bir düzlem olarak değil, hacimsel bir ifadeyle yeniden yazılması ve geçici kullanıcıya geçici bir süre için kabuk oluşturması durumu, affektif durumların mekansal karşılıkları referans alınarak tasarlanan bir "ACİL DURUM ŞEHRİ"nin, bugün'ün doğa-politika-teknoloji çatışmasının temsili ve kentsel mekanın ve kullanıcının "geçicilik" kavramı üzerinde ortaklaşması ile tanımlanabilir.
Kullanıcının belirli bir süre için konaklama hali, New York'a dair bir karşılaşma durumu olması, yapının kendi verisini üretmesi ve NYC tarihine dair sürekli bir bellek oluşturması, kullanıcıların bıraktığı izlerle sosyal alanlarda var olma durumu ve rastgelelikten kaynaklanan yeni kesişimlerin ve deneyimlerin oluşması, bugünün üretilmesiyle monumental bir yapı olma durumunu destekler.
Kentin bir düzlem olarak değil, hacimsel bir ifadeyle yeniden yazılması 4 ana durum üzerinden gerçekleşir. Bunlar; tüm yapı boyunca aynı planlı birimlerin çoğalması ile oluşan konut tüpleri [1], sokak denen düşey sirkülasyon ve içine dağılmış sosyal alanlar [2], tüm rotanın sonundaki yapay rekreasyon alanı [3] ve acil durum hallerinde kontrollü bir giriş sağlayacak olan yumuşatılmış zemin (su) [4] ile tanımlanır.
Yapının sokak ile bağlantısı kontrollüdür, bu nedenle geçici bir süre için bu şehre gelen kullanıcı, bu süre boyunca yapı içerisinden ancak özel izinle ayrılabilir. Kontrollü girişi güçlendirmek ve NYC'nin bugünkü planlama politikasına referans vermek (rutin hale gelen su basmalarının sebebi olarak dolgu alan çokluğu) için tüm zemin su ile doludur.
Yapı, betonarme strüktür içerisinde 75 kat boyunca devam eden 6000 adet konaklama tüpleri, acil çıkışlar, servis asansörleri, ortak tuvalet/duşlar ve betonarme strüktürün servis çekirdeklerini en üstünde bulunan 2 adet helikopter pistine sahiptir. Ayrıca High Line'ın patlaması ile bir düşey sokağa dönen çelik strüktür içerisinde de sokak sayılan rampalar ve çamaşırhaneler, açık mutfaklar, mini sağlık birimleri, lobiler, info merkezleri ve telefon/bankamatik kulübeleri bulunur.
Düşey sokak yapısı, parazit bir şekilde yer yer konaklama yapılarına dokunur ve buralardan bağlanır. Tüm düşey sokak yapısının sonunda ise kullanıcıların bu geçici süre içinde rekreasyon ihtiyaçlarını giderebilecekleri bir park bulunur. Böylece tüm şehir, yepyeni kapalı bir kent prototipi oluşturur.
Konut tüpleri [>]
Tüm yapıya dağılan 6000 adet konaklama tüpü, 6000+ kullanıcıya geçici bir süre için konaklama alanı sağlayacak kanallardır. Tüpler bir ekipman olarak tasarlanır, her kullanıcıya kontrollü girişten geçtikten sonra 1 adet kent planı, anahtar ve ihtiyaç kartı verilir. Tüpler, içerisinde 4 adet yardım kutusu (Ortalama 1 aylık gıda ve tüm diğer ihtiyaçlar) ile birlikte teslim edilir. İhtiyaç kartı ile de her kattaki depolardan yastık, yorgan ve ahşap paletler alınabilir. Tüpler, tüm dünya insanlarını potansiyel kullanıcı olarak belirlediği için, kullanıcıların bu tüplere istediği gibi yerleşmesi planlanır. Bu nedenle yapı içerisinde yüzlerce farklı tüp kullanım durumu oluşur.
High Line'ın patlaması ile birlikte yükselen çelik strüktür sokak yapısı ve en yüksekteki park yapısı, zeminde bir üst geçit ile Hudson Nehri'ne bağlanır. Böylece, NYC dışından gelen kullanıcılar da deniz yoluyla yapıya kontrollü giriş yapabilirler. Bu üst geçit, aynı zamanda servis ihtiyacının da zeminle bağlantıya geçmek zorunda kalmadan nehir yoluyla yapılabilmesini sağlar.
Su dolu olan zemin ise, yapının kontrollü giriş durumunu kuvvetlendirir. Ancak servis ve acil kaçış durumları için tasarlanan zemindeki tekneler, acil durum strüktürlerinin su yüzeyine inmesi ile sert zemine dolaylı olarak bağlanır.